“19 Ekim 1979′da Eskişehir’de doğdum. Çalışan bir anne- babanın
çocuğuydum. O zamanlar annem sekreter, babam memurmuş. Tek çocuk olarak
büyüdüm… Hayatımdaki en önemli kişilerden biri dedem İlyas
Küçükcan’dır. Dedem eğitimci ve yazardı.
8 yaşındayken Eskişehir Anadolu Üniversitesi Çocuk Korosu’na girdim.
Daha o yaştayken bile tek hayalim konservatuvara gidebilmekti. Ancak
babam bu konuya pek de olumlu yaklaşmıyordu. O konservatuvara torpille
girilebileceğine inandığı ve de bu konuda benim üzüleceğimi düşündüğü
için beni sürekli bu fikirden uzaklaştırıyordu.
Ama ben çok direndim ve de sınav sabahı uyuya kalan babamı zorla
uyandırarak konservatuvar sınavına girdim. Sınavda parmaklarıma ve
dişlerine baktılar. Aralık olan dişlerimden acaba hava kaçırır mıyım
diye korktular herhalde.
Sonuçlar açıklandı, viyola bölümünü kazanmıştım. Annem ve babamla
birlikte ansiklopediden viyolayı arayıp bulduk ve nasıl bir enstrüman
olduğunu o zaman öğrendim. Çünkü o zamana kadar viyola diye bir
enstrüman hiç görmemiştim.
11 yaşımda tek başıma Ankara’nın yolunu tuttum… Ankara Devlet
Konservatuvarı’nda yatılı olarak okumaya başladım. O okuldaki hele
yatakhanedeki ilk günlerimi hiç unutmam. Herkes ailesinden uzak olduğu
için ağlıyordu ama ben hedefime ulaştığım için çok mutluydum.
Ailem harçlık yolluyordu ama ben o parayı okuldan kaçıp
arkadaşlarımla atari oynayarak harcıyordum. Tabii sonra da aç kalmamak
için peynir ekmeğe talim ediyordum. Öğretmenlerim benden memnundu ama
hepsinin ortak kanaati aynıydı. “Çok yeteneklisin ama çalışman
gerekir”… Yani çok çalışkan değildim…
Bir yandan da gitar çalıyordum kendi kendime… 16 yaşındayken bu
işten para kazanmaya başladım. Tabii hem gitar çalıp, hem şarkı
söyleyerek. Önce kafelerde sahneye çıkmaya başladım. İlk işimden 500
bin lira almıştım.
Yatılı okuduğum için tabii ki sahneye çıkma konusunda çok
zorlanıyordum. Okuldan kaçıyor, sahne programımı yapıyor ve gece 03′de
tekrar sessizce yatakhaneye giriyordum. Yani o dönem hep kapı yerine
pencereyi kullandım. Bu arada ailem okurken çalışmama karşı olduğu için
çalıştığımı onlardan da saklamıştım.
Kafelerden barlara transfer oldum. İlk bar çalışmam çok beğenildi ve
epey bir popülerlik kazandım. Tabii yaşım küçük olduğu için sanırım bu
beni şımarttı ve patrona şartlar öne sürmeye başladım. Sonuç: İşime son
verildi… Artık işsizdim… Neyse ki bu dönem çok uzun sürmedi yine
barlarda iş buldum. Gece 24′de sahne alıp, sabahın ilk ışıklarında
sahneden iniyordum. 5 kişilik orkestramla yine çok popüler oldum.
Her şey yolunda gibi görünse de ters giden bazı şeyler de vardı…
Geceleri çok geç yattığım için viyola çalışmalarım etkilenmeye
başlamıştı. Çünkü ben viyoladan çok şarkı söylemeye zaman ayırıyordum.
Mezuniyet dönemim gelip çattığında içimi “ya mezun olamazsam”
korkusu sardı. Her şeyden elimi eteğimi çektim ve kendimi okulun
çalışma odasına kapatıp sabahlara kadar viyola çalıştım. Bu sıkıntıları
unutturacak bir sonuçla okuldan mezun oldum. 100 üzerinden 99 aldım…
Okulda kalmam için teklif geldi. Kabul ettim ama bir yandan da bar
çalışmalarına devam ediyordum.
Bu arada Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda da çalışmaya
başladım. Araya bir de master sıkıştırdım ve Polonya’ya gidip master
class çalışması yaptım.
Polonya dönüşü okulun oda orkestrasında da çalışmaya başladım. Bir
yandan da senfoni orkestrası ve dışarıda da bar çalışmalarım devam
ediyordu. Tam bir üçgen oluşmuştu. İtiraf etmeliyim bir yanda klasik
müzik, öte yanda pop, tam bir ikilem yaşadım o dönemde… Tabii ki amacım
senfonide kadrolu olarak yer alabilmekti. Ama zaman içinde bu ihtimalin
zayıfladığını gördüm ve sonunda klasik müzik ile yollarımı ayırmaya
karar verdim.
Bu arada pop müzik sanatçıları değil ama kendi sözlerini ve
müziklerini yapan sanatçılar benim çok dikkatimi çekiyordu. Bu konuda
kendimi yokladım ve bir de baktım besteci kimliğim beni başka bir yöne
çekiyor. Artık ben de söz yazıp, beste yapıyordum. İçimden gelen sese
kulak verdim ve de Türkiye’nin iyi müzik yapan müzisyenlerinden ve
sevilen pop starlarından biri olma kararı aldım kendi kendime… Sizce
iyi etmiş miyim böyle bir karar almakta, ne dersiniz?”